Röportaj : Yiğit Emir AHİ
Emre Bey, size klasik bir sorum olacak belki ama biz okurlarınız olarak Emre Bey’i biraz daha tanımak istesek sizin bize kendinizi tanıtacağınız, tanımlayabileceğiniz bir mottonuz var mıdır? Emre Timur kimdir?
Emre timur kimdir? Bunu ben de zaman zaman düşünüyorum. İnsan, kimliklerinin ardında kayboluyor. Yazma edimi ortaya bir “yazar” çıkarıyor. Özneyi yüklem ile tanımlayacak olursanız, “yazan” demek lazım belki ama memleketimizde pek anlaşıldığı söylenemez bunun. Biz yine kimliklerden gidelim. Emre Timur bir varoluşçu yazardır. Minimalist mimardır. Yazarlığı da mimarlık suretinde yapar ki mimari tasarımın üç ilkesi vardır; bir tasarım sağlamlık, işlevsellik, estetik unsurlarının toplamı olsun, deriz. İşte bu tasarımcı reflekslerimi romanda, şiirde, öyküde kullanıyorum ben de. Tüm türlerle temasım var ama daha çok varoluşçu romanlar yazıyorum. Böyle bir özet yeterli sanırım giriş için.
Günümüzde mimarlık konusunun önemi ve karşılığı fazlasıyla değişime uğradı. Sizce mimarlık nedir? Nasıl olmalıdır?
Türkiye’deki gibi değil, böyle olmamalı mesela. Nasıl olmalı, bu sorudan evvel cemiyet taleplerini rafine hale getirmek lazım. cemiyet hayatta kalma sınırında olduğu için mimarlık sanat olan yönüyle kabız ve kuru elbette. Yani mağarada yaşayan bir kişi ne ararsa onu arıyoruz. Estetik, uyum, ahenk, birlik… bunları konuşan var mı? Isınıp ısınmadığına bakıyoruz binanın. Ben bu konuda halkı da suçluyor değilim, yanlış anlaşılmasın. Siz halkı fakirleştirdiniz mi, ortada kültür, elit beğeniler, estetik duyarlılık gibi şeyler kalmaz. Önce “iyi yaşamak” bir talep olarak halktan gelebilecek bir şekilde müreffeh bir toplum kurulmalı, gerisi muhakkak gelecektir.
Günlük hayat kaleminizi nasıl etkiliyor?
Günlük hayat denen şey benim için biraz farklı işler. Seçimdi, pazardı, bayramdı gibi ayrımlarım yok. Benim -biraz da makineyi andırır bir titizlikte- düzenli bir çalışma hayatım vardır. Her gün bir önceki günün aynısı olacak şekilde düzenlenmiş saatlik bir program ile çalışırım ve elimden geldiğince koşuşturma, tartışma, sürprizlerden uzak kalırım. Böylece yazma/okuma faaliyetlerim hiç aksamaz. Yani günlük hayat diye bir bölge bende hiç bulunmaz. Bana işkolik diyebilirsiniz ama bu böyledir uzun süredir. Kimi yazarlar spontanlıktan besleniyor ama ben rutini seviyorum.
Felsefe kitaplarının istikametini nasıl görüyorsunuz?
Türkiye için soruyorsanız o konuda karşılıksız bir yer. Yani birileri şüphesiz felsefe yapar, birileri de bunu yazar ama alıp okunur mu, soru işareti. Ben bu konuda kökten bir devrimin ümitlisi değilim. Göçebe toplulukların kaderi biraz da budur. Yalnızca felsefe değil, bizde okuma her alanda zayıf ama nedense yeni kuşağın sorgulama gücüne güveniyorum. Önceki kuşaklar çok ümitsizdi bana göre. Felsefeymiş, düşünmeymiş, sorgulamaymış, ekstrem sporlardan sayıldı. Bu durum elbette benim felsefe yapmayacağım, yazmayacağım anlamına gelmiyor. Nitekim ben muhatabı var diye de yazıyor değilim, yazmak benim için içsel bir zorunluluk, bu yüzden yazıyorum. Yine de yazarlığım için söylemiyorum, daha çok okuyan bir dünyada yaşamak isterdim. Okuyan kişinin her konuya bakışı daha farklı olur.
Bildiğiniz gibi ülkemizde 80 civarında felsefe bölümü mevcut, ortaya konulan işlere baktığımızda akademik anlamda Türkiye’de felsefenin durumu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Felsefe için evvela cesur beyinlerin yetişmesi lazım. Bir lise talebesinin sırf puanı yetti diye bir okula dört sene cesedini sürüklemesi kimseyi filozof filan yapmaz. Bunun akademi de farkında şüphesiz. Ayrıca akademi şart değildir felsefeyle meşgul olmak için, Sokrates hangi akademiyi bitirdi? Bence akademi içinde boğulmak sizi bir kalıbın içinde sınırlı tutar. Hele de türküye gibi ideologlarla doluysa oralar. E, tabii, Türkiye’de özgür düşünceyi teşvik edecek bir akademi maalesef yok. Cumhuriyet döneminde, ellili yıllara kadar vardı aslında bu ortam. Şu an vaziyet çok vahim. Ama Türkiye’nin düşünemezliği felsefe bölümleri ile açıklanamayacak kadar geniş bir konu. Eğitimin birinci sınıfından başlar bu ciddiyet. Çocuk okula adımını atar, başlar. Sen o düşünce yetisiyle ister felsefe oku, ister fizik. Yeter ki düşünmeyi öğren.
Gelecekle ilgili planlarınız nelerdir?
Dev bir pınarın suyuna talibim. Dev gayelerim var, dev hayallerim. Kaçı gerçekleşir bilmiyorum ama varoluşçu edebiyatı Türkiye’ye tanıtacağım, bu bir. Güzeller güzeli dilim Türkçe, özelde roman genelde edebiyat için biçilmiş kaftan. Dilimi dildaşlarıma sevdirmekle kalmayacağım, yurt dışında da okunacak romanlar yazacağım. Edebiyat için bir dönüm noktası teşkil edecek bir dönüşüm projesi içindeyim. Nasıl ki 1996 yılında yavuz Turgul Eşkıya’yı çekti de Türk sineması can çekişmekten kurtuldu, işte aynını edebiyat için yapacağım. Kolları sıvamakla kalmadım, sekiz yıldır çalışıyorum. Özellikle önümüzdeki on yıl çok önemli benim için. Sırada şah eserler var.
Son zamanlarda yeni bir tür ya da yeni bir eser çalışmasında olup olmadığınızı sorsak cevabınız ne olur? Okurlarınız olarak bu konuda bize müjdeniz var mıdır?
Öncelikle, üç kitabım çıkmak üzere. Bu bir. Yolda yani. Bunun dışında her yıla bir roman denk gelecek şekilde sıkı bir çalışmaya koyuldum. Bu yoğunluk için de on yıllık bir hedef koydum. Bakalım… çıkmak üzere olan eserlerimden ilki tereddüt, bir novella. İncecik bir kitap ama metaforlarıyla biraz güreşmeniz gerekebilir. İkincisi ödev isimli, tüm felsefemi özetlediğim, günümüz ödevsiz insanını anlattığım bir deneme. Üçüncüsüyse gözümün nuru Kuklacı, bir roman. Bu esere tam bir yıl çalıştım ve benim için çok yorucu bir süreçti. Asıl beklenen eserim bu.
Güzel ve keyifli bir sohbetti. Son olarak eklemek istediğiniz bir şey, takipçilerinize vermek istediğiniz bir mesaj var mı?
Benim hep mesajım aynıdır, okuyun, bolca okuyun. Zararı hiç olmadan sadece fayda veren, aydınlatan, ısıtan, deyim yerindeyse adam eden bir şey okumak. Öyle önemli ki. Ben bakıyorum, okumayı bilmeyen sözüm ona yazarlarımız var. işte bunlar nasıl oluyor, yani insan bunu nasıl gururla söyleyebiliyor, akıl alacak gibi değil. Ne okunduğu da önemli elbette ama bir şeyler okuyor olmak çok kıymetli. Velev ki güdük, noksan şeyler okunuyor olsun. Onlar da tekâmül ettirir. Benim için de keyifli bir söyleşiydi. Çok teşekkür ediyorum. Sevgiler…
Vakit ayırdığınız için teşekkür eder, çalışmalarınızda kolaylıklar dilerim.