Mahir Adıbeş Gezdi ve Yazdı-Dumlupınar Şehitliğini Gezerken
Kuşluk vakti vardık Dumlupınar Şehitliğine. Bir ağacın altına serdik kilimi. Çocuklar ellerindekini ağacın altına bırakıp koştular şehitliğe, hanım da Kur’an-ı Kerim okuyarak onların arkasından…
Hafif bir yel esiyor, hava serin. Bizden ayrı insanlar var bazısı geziyor, bazısı oturmuş çimenlere dua ediyor.
Ben daha önce bu yoldan geçerken mutlaka burayı ziyaret ederdim, bu bilmem kaçıncı uğrayışım. Uzaktan bizimkileri seyrediyorum. Hanım namazgâhta namaz kılarken, çocuklar şehitliğe kapıdan girdi. Her tarafı inceden inceye gözden geçiriyorlar, taşlardaki yazıları okuyorlar…
Kızım sesleniyor: “Baba, bunlar daha çocukmuş.” Baş taraftaki üç mezarın başında dikilmiş.
Ben buraya geldiğim her zaman, hatta yaklaşırken yüreğimde bir titreme hissederim. Gözlerim buğulanır, susarım…
Burası er meydanı!
Burası vatan için canlarını hiçe sayan yiğitlerin ölümle dalga geçtikleri yer. Burası toplar tüfekler ölüm yağdırırken süngüler takılıp düşmanın üzerine koşarak gidilen yer. Burası çocukların elinde toprak testi ile siperden sipere askerlere su dağıtırken vurulup düştüğü yer…
Burası Türk Milletinin, “Ya istiklal ya ölüm” destanını yazdığı yer…
Ben Dumlupınar Şehitliğini gezerken dalıp giderim. O günleri hayal ederim. O gün yaşanan sahneler gelir gözüm önüne.
Bozkır Ağustos güneşiyle kavrulurken, her taraf toz toprak içinde. Havada barut kokusu insanın genzini sızlatıyor. Gündüz silah sesleri, topların patlaması gece yerini sessizliğe bırakmıştı. Yer yer ocaklar yakılmış, bir kenarda bir asker türkü mırıldanır. Ötede türkülerle ateşin etrafında halay çeken erler. Sanki gündüz ölümle burun buruna gelen, akşamüzeri arkadaşlarını toprağa veren bu insanlar değildi.
Bir er sırtını taşa yaslamış, uzanıp kısalan alevler karşısında mektup yazdırıyor arkadaşına.
Askerin arasında, şimdi o tepede dikilen adam geziyor, biraz düşünceli. Benim çocuklarım çoktan çıkmışlar yanına. “Askere bir zarar gelmesin ama vatan toprağından düşman kovulacak,” dediğinde 29 Ağustos 2022 gece yarısı yaklaşıyordu.
Benim dedem o gece şurada oturmuş olmalı. Canından kıymetli bildiği mitralyöze sarılıp uzanmış toprağa. Aklında ne ana ne hanım ne de çocuklar var. Sarıkamış’ta beş yıl Kayagilin Mehmet diye Ruslara karşı, şimdi milis İstiklal Harbinde Deli Mehmet diye anılıyor. İşte o komutan onu mitralyöze sarılmış yatarken görür. Rahatsız etmeden yanından sessizce geçerken, “Bu savaşı deliler kazanacak Mehmet,” dediğini duyar gibiyim.
Gerçekten Dumlupınar muharebesi akıllara uygun değil!
Şehitlerle yan yanayım. Orada o günleri onlarla yaşıyorum. Dedem şu tepeye kurmuş makinalıyı, Mehmetçik dikenli teller üzerinden adeta uçarak geçiyor.
“Bu vatan toprağın kara bağrında
Sıra sıra dağlar gibi duranlarındır” (O.Ş.Gökyay)
Bütün şehitlerimize, bu dünyadan ayrılan gazilerimize Allah rahmet etsin.
Şimdi şu ağacın altında oturmuş kahvaltımızı yapıyorsak işte o gün buralarda canını hiçe sayıp, koşarak düşman üstüne giden dedelerimiz, sırtında cephane taşıyan ninelerimiz, elinde su testisiyle siperden sipere koşan çocuklar sayesinde yapıyoruz.
Ben Dumlupınar Şehitliğine her uğradığımda bunları yeni baştan yaşarım. Çocuklarımda bunu yaşamalı ki unutmasın. Alperen oğlum, altı yaşındayken koşarak Atatürk’ün yanına çıkıp, “Türk Askeri,” diye bağırışını hiç unutmadım…
Türk askerinin sesi hâlâ buralarda yaşıyor. Onları unutmak, görmezlikten gelmek, inkâr etmek bir vebaldir…
Mahir Adıbeş